LATİN EZGİLERİ - *Pop







Pop Müzik Tarihi


                          

                                                                                      
     
Batı müziğinin Türkiye'deki tarihi, 1826'ya dek uzanır. II. Mahmut, Yeniçeri ocağını "Osmanlı'yı temsil etmekten uzak" olduğu gerekçesiyle kaldırır, daha 'batılı' bir ordunun kurulmasını sağlar. Mehter müziğinin, giysilerinden yürüyüş düzenine kadar her şeyi değişen yeni orduya uymaması üzerine arayışlara girilir, Mehtehane kapatılarak yerine Muzika-yı Hümayun kurulur, bu yeni oluşuma uygun marşlar yazdırılmasına karar verilir. 

Bunun için Avrupa'dan getirilen bir müzisyen, Manguel, başarılı olamayınca 1828'de ünlü opera bestecisi Gaetano Donizetti'nin ağabeyi Guiseppe Donizetti İstanbul'a davet edilir. Sanatçı, gelir gelmez 'paşa' ünvanıyla onurlandırılır ve geniş yetkilerle göreve başlar: Bando için marşlar besteler ve yeni besteciler yetiştirir.

Kantolar, ilk popüler batı müziği ürünleri kabul edilir. Sarayda icra edilen geleneksel 'ağır' musikiye halkça bir tepki sonucu ortaya çıkan bu tür, 1870 sonrasında, tuluat tiyatrolarında perde ve oyun aralarırıda söylenen şarkılar olarak ortaya çıkar ve işgal yıllarına dek hızla yayılır.

Yerli operetlerin bestelenmeye başlaması batı müziğinin evrimi ve yayılması açısından önemli dönüm noktalarından birisidir. İlk yerli operet Dikran Çuhaevyan tarafından bestelenen "Leblebici Horhor Ağa"dır. Ocak 1876'da temsil edilen operet büyük ilgi toplayınca arkası gelir. Kantolar, operet şarkılarına çevrilir. Batı müziği, popüler anlamda yeni bir tür kazanır. Daha batılı ve giderek daha çoksesli.

1900'lerin ilk yıllarında batı müziğinin seyri değişmeye başlar. Bu yıllar Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarıdır. Savaş ve işgal, sosyal yaşamda etkisini göstermiş, bir durağanlığa yol açmıştır. Halk, eğlenceyi daha az düşünür olmuştur... Bu yıllarda salon eğlenceleri devreye girer. 1905-1914 yılları arasında en popüler salon dansları mazurka, kadril ve polka'dır. 1908 yılından itibaren yeni bir tür olan tango hızlı bir gelişme gösterir. Arjantin'de doğan, Avrupa yoluyla İstanbul'a ulaşan, gelirken Endülüs ve İtalyan folklöründen yararlanarak yeni bir şekil alan tango, bulunduğu ülkenin yerel müziğinden alabildiğine yararlanmayı bilmiş bir türdür. Türkiye'de de kolayca ulusallaştırılmış, birbiri ardına tango yorumlayan ve besteleyen sanatçılar ortaya çıkmıştır.
1935-37 yılları arasında yurt dışında eğitim gören Orhan Avşar ve 1938'de Türkiye'ye gelen Macar asıllı Darvaş, bu türün ilk 'yerli' öncüleridir. Aynı dönemde Fehmi Ege tarafından kurulan orkestra Arjantin çıkışlı tangoyu Türkiye'ye uyarlar. 
  
Fehmi Ege, Necip Celal Andel ve Necdet Koyutürk ile birlikte Türkiye'deki iIk tango bestecilerindendir. Tango gitgide özgünleşerek özellikle '60'larda devlet radyolarının da desteğiyle altın yıllarını yaşar.

     
1920'li yıllarda caz girer Türkiye'ye: Ermeni asıllı Leon Avigdor, Avrupa'da duyduğu bu müziğe hayran olur ve Türkiye'de de icra etmeye başlar; 1933 yılına dek kurduğu değişik topluluklarla İstanbul'da duyurur cazı. Birçok müzisyeni yetiştirir ve önünü açar. Aynı yıllarda kurulan Arto Haçadurian Orkestrası, bu dönemde kurulmuş ilk önemli topluluklardandır. 
                                             
İsmet Sıral Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli caz müzisyenidir.                                                                                                                                                                                                  
    
Sevinç Tevs ve Ayten Alpman yorumlarıyla sivrilirken Cüneyt Sermet, İlhan Mimaroğlu, Süheyl Denizci, Selçuk Sun, Erol Pekcan gibi sanatçılar başarılı çalışmalara imza atar. 


İlerleyen dönemde Neşet Ruacan'dan Önder Focan'a, Kerem Görsev'den İmer Demirer'e uzanan başarılı müzisyenler yetişir.

1950'ler. Türkiye'de cazın dışındaki batı müziği türlerinin iyice tanındığı ve yerleştiği yıllardır. Bu gelişim yıllarında, ilk popüler yıldız ortaya çıkar: Beyaz smokin ceketi, papyonu ve hiç değişmeyen arkaya doğru taranmrş saçları ile sahneye çıktığında yeri göğü inleten bu yıldız Celal İnce'dir. Adana'da doğan, önce Muallim Musiki Mektebi'ne, ardından konservatuara giden ve bir süre müzik öğretmenliği yapan bu genç, tango yorumlarıyla atıldığı müzik hayatını kendi besteleri ve uyarlamalarıyla sürdürmüş, sadece sahnelerin değil, plakların da aranan yıldızı olmuştur.
Onun sesinden tüm Türkiye'ye yayılan "Kovboy Şarkısı", bir dönemin en sevilen şarkılarından birisi haline gelmiş, böylelikle tango dışında bir türün de Türkiye'de tutulabileceğini göstermiştir.
Celal ince'nin popüler olduğu yıllarda birbiri ardına kurulan orkestralar, mambo'dan ça-ça'ya birçok türde ürünler verir. Bu ortkestraların çalışma alanları, art arda açılan gece kulüpleridir. Niyazi Erden, İlham Gencer, İbrahim Solmaz, Kanat Gür, Üstün Poyrazoğlu, Çetin İnöntepe, Şevket Yücesaz, Süheyl Denizci, İlhan Feyman, Müfit Kiper o dönemde kendi adıyla orkestra kuran müzisyenlerden bazılarıdır.
                                          
1955'te İstanbul'da Deniz Harp Okulu öğrencilerince bir rock'n'roll orkestrası kurulur. Bu, yeni bir dönemin başlangıcıdır. Türkiye'de belki de ilk defa yeni bir batı müziği türü batıyla aynı zamanda icra edilir. 

Dünya Bill Haley and The Comets'in 'Rock Around the Clock'uyla sallanıp yuvarlanırken Türkiye, Deniz Harp Okulu Orkestrasıyla birlikte bu müzikle tanışır.

Durul Gence ve Erkan Gürsal tarafından kurulan Deniz Harp Okulu Orkestrası, önce okul içinde, sonraları da Soner Soyata ve Arkadaşları uydurma adıyla İstanbul okullarında konserler verir ve tanınırlar. Erkut Taçkın, Yalçın Ateş gibi isimleri de içinde barındıran orkestra, elemanlarının okulu bitirmesiyle dağılır. 1958 yılında İstanbul'da önemli bir grup kurulur: İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi bünyesinde müzik yapan Şanar Yurdatapan'lı Kuyrukluyıldızlar. Sweaters, Sekstet SSS, Jüpiterler gibi topluluklar bu dönemde Ankara'da kurulan gruplardır. Bu arada genç bir sanatçı Tanju Okan da 1961'de Ankara'da profesyonel müzik yaşamına atılır.

Bir Türk 'kült' müzisyeni sayılabiıecek Erol Büyükburç, bu tarihlerde ortaya çıkar. Önceleri rock'n'roll şarkıları söyleyen ve bu tarzda besteler yapan Büyükburç, sonraları memleket müziklerine merak salar. '50'lerin sonunda kimi klasik şarkıları, batı anlayışına göre düzenler ve bunları sahnede söylemeye başlar. Erol Büyükburç'un repertuarı oldukça geniştir: üzerine Türkçe söz yazılmış yabancı bestelerden caz standartlarına, türkü düzenlemelerine uzanan bir repertuara kendi bestelerini de ekler zamanla. 1981'de bestelediği ve bir taş plakta dinleyiciye ulaştırdığı "Little Lucy" büyük başarı kazanır. Bunu "Ağlarım", "Altın Tasta Üzüm Var", "Kırık Kalp" gibi Türkçe sözlü besteler izler. '70'lerin ilk yarısında Erol Büyükburç bir efsanedir. Birbiri ardına çevirdiği filmler ve bu filmlerin şarkıları dillerdedir. °Bir Başka Sevgiliyi Sevemem.. Sevemem.." gibi. Büyükburç, Konserlerde de fırtına gibi eser. İlk büyük Anadolu turnesini gerçekleştiren pop yıldızının ve sahnelere kıyafetlerden kareografiye değin bir dizi yenilik getirmiştir.

"Little Lucy" ile başlayan plak piyasasındaki canlanma, 45'liklerin ortaya çıkışıyla daha da artar. Taş plaklar giderek yerlerini daha kullanışlı olan ve kolay üretilen 45'liklere bırakır. Türkiye'de ilk batı müziği 45'liğini, 1962'de, o dönemde Galatasaray Lisesi'nde öğrenci olan Barış Manço ve topluluğu Harmoniler yapar. Süheyl Denizci Orkestrası, İlham Gencer ve Kuarteti, Faruk Akel Show Orkestrası, Kadri Ünalan Orkestrası, Şevket Uğurluer ve Arkadaşları o dönemin plak doldumuş ve 'iş yapmış' orkestralarıdır.

Haziran 1962'de Doruk Onatkut Orkestrası'na katılan Şanar Yurdatapan, Onatkut ile birlikte önemli bir çalışmaya imza atar: ça ça ritminde düzenlediği "Kara Tren" türküsü büyük sükse yapar. Bu, Türkiye'de batı tarzında yapılmış ilk türkü düzenlemesidir. Yurdatapan'ın, Ankara'da, halasının oğlu Alpay ile kurduğu 'Arkadaşlar' da dönemin en üretken gruplarındandır. Alpay, daha sonra 'Arkadaşlar'dan ayrılır, kendi adına plaklar yapar. Bu, Alpay adının Ankara dışında da duyulmasını sağlar.

Askerliğini Kore'de yapan Metin Ersoy, aynı yıllarda, orada duyduğu yeni bir türü Türkiye'ye taşır: Kalipso. 1961'de Türkiye'ye döndükten sonra İlham Gencer Orkestrası'na giren ve ilk taş plağını da aynı yıl yapan Ersoy, daha sonra bu türde 'eser'ler üretir ve kendisini 'Kalipso Kralı' ilan eder. Bir ara İsmet Sıral Orkestrası'nda da görünür ve yurtdışında 'repertuarı geliştirmek amacıyla' uzun süre çalışır.

60'ların başında bir yandan yerli beste ve düzenlemeler üretilirken bir yandan da meşhur yabancı şarkılara Türkçe sözler yazılır ve bu şarkılar 'aslı gibi' çalınarak söylenir. O dönemde üretilmiş şarkılardan en önemlisi, İstanbul Radyosu diskjokeylerinden Fecri Ebciğlu'nun "C'est Ecru Dans Le Ciel" adlı şarkıya Türkçe sözler yazarak oluşturduğu "Bak Bir Varmış Bir Yokmuş"tur. İlham Gencer Orkestrası tarafından seslendirilen bu şarkı, daha sonra 'aranjman' adını alacak bu türün ilk 'hit'idir. Yabancı şarkılara Türkçe söz yazarak şarkı 'üretenlerin' başını Fecri Ebcioğlu çeker. Bu şarkılar, o dönemde Türkiye'ye gelmiş yabancı şarkıcılar tarafından da seslendirilir. Ebcioğlu'nun sözlerini yazdığı "Her Yerde Kar Var", bir diğer 'ilk' şarkıdır. Adamo'nun, kendi bestesi "Tombe la Nuege" üzerine yazılmış sözleri seslendirdiği plak çok satar. Bunun üzerine, aynı yıllarda ortaya çrkan Sezen Cumhur Önal, yabancı şarkıcı ve topluluklara yazdığı Türkçe sözlerle sivrilir: Peppino Di Capri, Juanito, Sacha Distel, Marc Aryan, Patricia Carti bu dönemde Türkçe şarkılar söyleyen yabancılardan birkaçıdır. Ajda Pekkan, bu yılların en büyük yıldızıdır. Ay-feri, Gönül Turgut, Zaliha, Zümrüt, Kamuran Akkor '60'ların ikinci yarısından itibaren yorumladıkları şarkılarla adlarından söz ettirirler.      
                        
Plaklarının peynir ekmek gibi satıldığı dönemde Tülay German, Türkiye'de yeni bir tarzın yıldızı olarak parlar. 1964'te Yugoslavya'da düzenlenen Balkan Melodileri Festivali'nde Erol Büyükburç ve Tanju Okan ile birlikte 'milli' orkestranın solistliğini üstlenen German, bu festivalde seslendirdiği "Burçak Tarlası" ile büyük sükse yapar. Festival sonrasında piyasaya çıkan ilk Tülay German 45'liği "Burçak Tarlası / Mecnunum Leylamı Gördüm" çok satar. Bu 45'lik, yıllar sonra Anadolu-pop adını alacak türün ilk 'hit'idir.

"Burçak Tarlası"nın ilgi görmesinin ardından aynı tarzda yapılmış çok sayıda plak yayınlanır. "Yerli melodileri batı sazlarıyla yeniden yorumlama" olarak da tanımlanabilecek olan Anadolu-pop bu tarihlerde hız kazanır. Tülay German'ın Türkiye macerası ise kısa sürer, 30 Mart 1966'da Erdem Buri ile Paris'e giden sanatçı, müzik çalışmalarını Philips adına Fransa'da yaptığı plaklar ve konserlerle sürdürür. Orada da tanınır. 1980 yılında çıkan Zülfü Livaneli'nin "Günlerimiz" adlı plağına konuk sanatçı olarak katılan German, o tarihe kadar Türkiye'de plak yayınlamaz.

Galatasaray Lisesi yıllarında müziğe başlayan Barış Manço bu yıllarda Kaygısızlar'la birleşir. Kaygısızlar, 1966'da Fuat Güner ve Mazhar Alanson tarafından kurulur. Banş Manço ile yaptığı çalışmalar haricinde kendi adlarına da plaklar dolduran Kaygısızlar, dönemin önemli gruplarından birisidir.
 


62-'65 arası, Anadolu-pop'un önemli isimlerinin müziğe başladığı ya da tanındığı dönemdir. Ama aynı yıllarda tanınan başka bazı orkestralar, bu alan dışında yaptıkları çalışmalarla ilgi görürler.
                                               
  
                                            
Bu arada Ersan Erdura 1963'te, Erol Evgin de 1964'te düzenlenen amatör ses yarışmalannda birinci olur ve müziğe başlarlar.
                                       
                                                   

                                                                                  
1964, '70'lerde pop müziğe damgasını vuracak Beyaz Kelebekler'in de kurulduğu yıldır. '70'lerin pop aranjörlerinden Baha Boduroğlu'nun ve Ömür Göksel'in müziğe başladığı yıl da 1965'tir. 
                                
                                 
                                          
1965 yılının asıl önemi, Hürriyet Gazetesi tarafından düzenlenen Altın Mikrofon yarışmasının başlangıç yılı olmasından gelir. 1965-'68 arasında kesintisiz olarak süren, 1972 ve 1979'da birer kere daha yapılan ve birçok ismi müzik dünyasına kazandıran Altın Mikrofon Armağanı Yarışması, "Batı müziğinin zengin teknik ve şekillerinden faydalanarak yine Batı müziği aletleriyle çalınmak suretiyle Türk musikisine yeni bir yön vermek için hazırlanmıştır".
                                          
Fikret Kızılok'lu Oben Dörtlüsü, Ferdi Özbeğen Orkestrası, İlham Gencer ve Arkadaşları, Kanat Gür Orkestrası, Mavi Işıklar. Metin Alkanlı, Selçuk Alagöz Orkestrası, Silüetler, Grup Sonya Dores ve Yıldırım Gürses ilk Altın Mikrofon'un yarışmacılarıdır. 

                                           
Bu ilk yarışmada birinciliği kendi bestesi "Gençliğe Veda" ile Yıldırım Gürses alır. Gürses, Kurduğu 26 kişilik orkestrasında keman, çello, saksofon, flüt, korno, kontrbas, timpani, bongo, trombon ve piyano gibi batı aletlerini barındırır. 
                                   
Altın Mikrofon'un müzik dünyasına kazandırdığı pek çok isim vardır: Rana Alagöz, daha sonra Haramiler adını alacak olan Ali Atasagun, daha çok Batman Petrolleri Orkestrası adıyla tanınan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Orkestrası, Moğollar, Asım Ekren, Uğur Dikmen... 

Altın Mikrofon'un 'kazandırdığı' müzisyenlerden ikisi Cem Karaca ve Erkin Koray, '60'ların sonunda yaptıkları çalışmalarla popüler batı müziğinde yeni bir hat açarlar. Erkin Koray, ilk yıllarında "Kızları da Alın Askere", "Silinmeyen Hatıralar", "Yağmur", "Aşkımız Bitecek", "Hop Hop Gelsin" sonraki yıllarda "Şaşkın", "Fesuphanallah", "Estarabim" gibi şarkılarla dillerde dolanır.

Aynı tarihlerde Cem Karaca birbiri ardına yaptığı 45'Iiklerle 'Ulusal Türk Müziği' akımının öncüsü olarak tanımlanır. Anadolu-pop isminin daha telaffuz edilmediği yıllarda Diskotek dergisi tarafından önerilen ve sadece Dönüşüm gurubu tarafından sahiplenilen bu isim tutmaz. Dönüşüm, o dönemde, diğer gruplar arasında değişik çizgisiyle dikkat çeker.

Cem Karaca, özellikle "Hudey Hudey" ve "Emrah"'a getirdiği yorumla dikkat çeker. Apaşlar, Cem Karaca sound'unu oluşturan gruptur. Beraber yaptıkları şarkılar, özellikle bir Mehmet Soyarslan bestesi olan "Resimdeki Gözyaşları", ilk yayınlandığı andan itibaren ilgi görmüş ve klasikler arasına girmştir. Aynı dönemlerde üretilmiş "Bu Son Olsun", "Zeyno", "Ayrılık Günümüz" gibi şarkılar çok önemli çalışmalardır. Apaşlar'la birlikteliği 1969'da sona eren Karaca, Seyhan Karabay ve Ünol Büyükgönenç'in kurduğu Kardaşlar'a katılır ve daha deneysel çalışmalara yönelir. "Dadaloğlu", "Acı Doktor" ve "Tatlı Dillim" bu dönem ürünleridir. Karaca sonrasında Dervişan ve Edirdahan'la farklı çizgide çalışmalar üretir.

1968 Altın Mikrofon Yarışması'na katılan ekiplerden Moğollar, fırtına gibi esti. İlk dönemlerinde bir arayış içinde olan topluluk, 1970 yılında amaçlarını "ileri teknikle zengin folk öğelerini birleştirmek" olarak özetler ve Anadolu-pop adını ilk kez telaffuz eder. Bu açıklamadan hemen sonra ilk hit plak "Dağ ve Çocuk" yayınlanır. 1971'de Fransa'da yayınlanan ilk albümleriyle Academie Charles Grass ödülünü alır. Moğollar, '70'lerin ikinci yarısında grubu oluşturan müzisyenlerin farklı çalışmalar yapmak istemesi üzerine dağılır. Ancak bu döneme dek Selda, Barış Manço, Cem Karaca ve Ersen'le başarılı çalışmalara imza atar ve Anadolu-pop türünün en önemli temsilcileri olurlar.

Moğollar'ın Anadolu-pop ismini koydukları yıllarda Ajlan ve Üç Ozan, Türeyiş, Siluetler, Mavi Çocuklar, Mavi Işıklar gibi topluluklar önemli başarılara imza atar. Bu dönemde, Devlet Tiyatroları'nda oyunculuk yaparak hayatını kazanan Esin Afşar tiyatrodan ayrılır ve müzikle ilgilenmeye başlar. 

1968-'70 arasında pek çok plak yapan Esin Afşar, adını Kul Ahmet'ten aldığı bir türküyle duyurur: "Yoh Yoh". Türkiye'de ve dünyada pek çok festivale katılır, 'diplomatik sanatçı' ünvanı alır. 1970 Balkan Festivali'nde Metin Eloğlu'nun sözleri üzerine Salmi Andak'ın bestelediği "Gurbet Yorganı" ile üçüncü olur. 

Sonraki yıllarda ününü "Zühtü", "Sanatçının Kaderi" gibi şarkılarla sürdürür. Esin Afşar'a ilk plaklarında Modern Folk ÜçIüsü eşlik eder. Ahmet Kurtaran, Selami Karaibrahimgil ve Doğan Canku'dan kurulan grup, 1970'te yaptıklan "Deriko" ile üne kavuşur. Grubun türkülere getirdiği çoksesli yorum başta yadırganır. Modern Folk Üçlüsü, tarzını geliştirerek sürdürür. Ancak ilerleyen dönemde yaptıkları çoksesli çalışmalarla Türkiye'de bir devrin en önemli topluluklarından birisi haline gelir. 


Anadolu-pop akımının önemli gruplarından birisi de Üç Hürel'dir. Kendilerine özgü çalışmaları ile '70'lerin ilk yarısında kendilerinden söz ettiren Üç Hürel ilk plağını 1971'de çıkartır: "Şeytan Bunun Neresinde / Ve Ölüm". 1973'e kadar birbiri ardına 45'likler çıkaran grup elemanları, aynı yıl "Hürel Arşivi" adıyla bir toplama albüm yapar. Albüm çok satar ve Üç Hürel, bu plakla Türkiye'de ilk altın plak ödülünü alır. Topluluk, Alpay ve Nesrin Sipahi ile yaptıkları plaklarla da büyük başarı kazanır. '70'lerin başında ortaya çıkan Selda ve 1972'de bir kere daha, bu kez Günaydın gazetesince yapılan Altın Mikrofon'un kazandırdığı Edip Akbayram, Anadolu-pop'un son dönem başarılı temsilcileridir. 

Barış Manço, 1970'te kemençe üstadı Cüneyd Orhon ile yaptığı "Dağlar Dağlar" ile bir anda patlar. Aynı yıl "Söyle Sazım" adlı bestesiyle sükse yapan Fikret Kızılok, bir anda Manço'nun en büyük rakibi haline gelir. 


Cahit Oben Orkestrası'nda başladığı müzik yaşantısını bireysel olarak sürdüren ve elinde gitar, sırtında kaftanıyla yepyeni bit tarz yaratan Kızılok, birbiri ardına yaptığı plaklarla dikkat çeker. İlerleyen dönemde Tehlikeli Madde adlı bit topluluk kuran ve deneysel çalışmalara imza atan Kızılok'un Ahmed Arif'e yaptığı ortak çalışmalar ve Nazım Hikmet'in şiirlerini farklı bir tarzda yorumladığı "Not Defterimden" adlı albüm hala aşılamamış çalışmalardır. 

Barış Manço ise, herkes gidip geldikten sonra kurduğu Kurtalan Ekspres adlı grubuyla ölümüne dek sürecek bir beraberliği başlatır. 

Anadolu-pop bir yandan gelişimini sürdürürken diğer yandan da 'aranjman' hızla yayılır. 60'ların sonunda Ajda Pekkan'ın açtığı yoldan ilerleyen bir grup, bu türde eserler veriyordu. Aslında düzenleme anlamına gelen, ancak yanlış bir kullanımla bir türe adını veren 'aranjman', yabancı şarkılara yazılan Türkçe sözlerle oluşmuş bir 'ara' tür. Bestelerin İngilizce yapıldığı, Türkçe söylemenin 'ayıp' sayıldığı bir dönemde ortaya çıkmış ve başarı kazanmış; böylelikle Türkçe bestelerin de önünü açmıştır. 'Aranjman', iki önemli bestecinin ortaya çıkışıyla yavaş yavaş etkisini yitirir. Bora Ayanoğlu ve Timur Selçuk. 


Ayanoğlu, yaptığı bestelerle adını duyurmuştur. Alpay'ın yorumladığı "Fabrika Kızı", popüler olmuş ilk yerli bestedir. Çetin Akçan'ın sesinden ünlenen "Elvan Elvan"; Nesrin Sipahi'nin yorumuyla akıllara kazınan "Yunus", aynı dönemin ürünü olan, İnci Çayırlı'nın yorumladığı "Postacı", yine Alpay'ın yorumuyla "Tren", "Toprak", Gönül Akkor'un unutulmaz sesinden bugünlere ulaşan "GülIer Ve Dudaklar" Bora Ayanoğlu'nun önemli bestelerinden sadece birkaçı. Kendi yorumladığı "Race-Marie" ile ününün doruğuna tırmanan sanatçı, popüler batı müziğinin en önemli bestecilerinden birisi haline gelmiştir. 


Timur Selçuk ise, '60'ların sonunda, Fransa dönüşünden sonra kendi yorumladığı Fransız etkili besteleriyle adından söz ettiren genç bir müzisyen olarak atıldığı müzik dünyasındaki yerini giderek sağlamlaştırır. 1987 tarihli ilk plağı "Ayrılanlar için" büyük başarı kazanır, ardından yaptığı "Sen Nerdesin", "İspanyol Meyhanesi", "Beyaz Güvercin" gibi besteler bu türün klasikleri haline gelir.


Bora Ayanoğlu ve Timur Selçuk'un açtığı yoldan ilerleyen bir başka sanatçı da İzmirli besteci Ali Kocatepe. 
                               
Müzik hayatına yorumcu olarak başlayan, sonra kendi bestelerini yapan Kocatepe, prodüktörtüğüyle de Türkiye'de pop müziğe önemli hizmetlerde bulunmuş bir müzik insanı. 

Aralarında, 'bütün zamanların en iyi pop albümü sayılan Bülent Ortaçgil'in "Benimle Oynar mısın" albümünün de bulunduğu 100'den fazla albümün prodüktörlüğünü yapan; Gökben, Sibel Egemen, İskender Doğan, Coşkun Demir gibi isimleri müzik dünyasına kazandıran Kocatepe, 1970'te kurduğu 1 Numara plak şirketiyle '80'lere kadar kesintisiz hizmet vermiştir. 
 
Ali Kocatepe'nin çalıştığı en önemli yorumculardan birisi Nüket Duru'dur. 1974 yılında yaptığı bir 45'likle müzik hayatına atılan, ardından söz yazan Mehmet Teoman ve besteci Cenk Taşkan ile ortak bir çalışma içine giren ve büyük başarılar kazanan Duru, 1977'den sonra Ali Kocatepe ile çalışmış, bestecinin Sabahattin Ali şiirleri üzerine yaptığı şarkıları seslendirmiştir. 

Nükhet Duru ile birlikte dönemin iki büyük yorumcusu sayılan Sezen Aksu ve Nifüfer de aynı yıllarda zirveye yerleşirier. Nilüfer iIk plağını 1972'de yapar. "Dünya Dönüyor" ile ilk altın plağını aldığında yıl 1973'tür. Ardından 45'lik plaklar birbiri ardına gelir. Nino Varon'un keşfi olan sanatçı, daha çok Tuğrul Dağcı ile çalışır. Sezen Aksu ise Sezen Seley adıyla yaptığı ilk plağını 1975'te çıkartır. Asıl ününü "Kaybolan Yıllar"a borçlu olan Aksu, o dönemde "Seni Gidi Vurdumduymaz", "Olmaz Olsun", "Kusura Bakma", "Kaç Yıl Geçti Aradan" gibi başarılı çalışmalara imza atar. 
Melodi Plak'ta grafiker-ressam olarak çalışırken kendi bestelerini plak yapına imkanı bulan Hümeyra da '70'li yıllara damgasını vurmuş özgün isimlerden birisidir. "Kördüğüm", "Yol", "Ölüm" gibi plaklarıyla kendisine özel bir yer edinir ve yıllarca değişmeyecek düzeyli bir çizgide ürünler verir.


Türkiye'de oturmuş bir müzik endüstrisinden söz etmek '70'li yıllar için pek olası değil, Bu anlamda, Ali Kocatepe'nin kurduğu 1 Numara plak şirketi önemli bir girişim. Ancak daha önemlisi, 1972 yılında Şanar Yurdatapan ve Attila Özdemiroğlu'nun kurduğu, Türkiye'nin ilk prodüksüyon şirketi olan ŞAT Yapım. Bünyesinde barındırdığı müzisyenlerin yanı sıra dışarıya da iş yapan ŞAT Yapım, bir dönemin en önemli organizasyonlarından birisi olan 1. Topluiğne Beste Yarışması'nın da düzenleyicisi. TRT tarafından canlı olarak yayınlanan bu yarışma, Türkiye'de düzenlenen geniş katılımlı ilk beste yarışması olması açısından oldukça önemli.                                                                                   

O dönemde can çekişmeye başlayan 'aranjman'lara vurulmuş son ve etkileyici darbe aynı zamanda. "Unutama Beni" adlı Erol Tanır bestesine getirdiği yorumla birinciliği kazanan Esmeray,Topluiğne bir başka kazanımı.
Aslında Topluiğne bir anlamda Eurovision provasıdır. TRT, bu yarışmaya 1975'ten itibaren katılma kararı almış ve çalışmalara başlamıştır. Topluiğne'nin başarılı bir şekilde sonuçlanmasının ardından çalışmalar hız kazanır. 1975 yılındaki ilk Eurovision'da ufak aksaklıklar yaşansa da bu yarışma Semiha Yankı'nın galibiyetiyle sonuçlanır. Münir Ebcioğlu bestesi "Seninle Bir Dakika", Stockholm'de 3 puan alır. Yine de yarışmaya ilgi artar. Yıllarca en önemli müzik olaylarından sayılır Eurovision. 
                                                                                                       
'60'ların sonundan beri yaptığı plaklarla bir yerlere gelmeye çalışan, bunu bir ölçüde başaran Erol Evgin, yanına `70'lerden bu yana müziğin içinde olan besteci Melih Kibar'ı ve söz yazan Çiğdem Talu'yu alarak 1976'da yeni bir çalışmaya başlar.                                    
                                        
Bu üçlü kısa sürede ilk ürünlerini verir: "İşte Öyle Bir Şey". Plak büyük başarı kazanınca arkası gelir. "Bir de Bana Sor", "Sevdan Olmasa", "Etme Eyleme", "İçimdeki Fırtına"... Böylelikle Türkiye'de popüler müziğin en başarılı ekip çalışması başlar. Talu-Kibar ikilisinin şarkılarını sadece Erol Evgin yorumlamaz; 
Tanju Okan, Füsun Önal, Hümeyra, Rezzan Yücel bu şarkıları yorumlarlar ve büyük başarı kazanırlar. Türkiye'de popüler müziğe en çok katkının yapıldığı dönemde en üretken ekip olarak dikkat çeker Talu-Kibar-Evgin üçlüsü.                                                                                           
                                      
                                                                            
                                                                    
                                                                                  
Aynı yıllarda Asu Maralman, Yeliz, Yeşim gibi sanatçılar da plaklarıyla dikkat çekerler. Pop müziğin gerçekten popüler olduğu yıllardır `70'ler. Ancak siyasi hareketlerin tırmanışı, dengelerin değişmesi ve toplumsal muhalefetin güçlenmesi pop müziği de etkiler. 
                                          
Yıllardır Anadolu kokulu çalışmalar yapan Cem Karaca, Selda, Edip Akbayram gibi sanatçıların başını çektiği bir ekip, giderek sloganlaşan şarkılar üretmeye başlar. Ali İzzet Özkan'dan Aşık Mahzuni'ye, Aşık İhsani'den Ruhi Su'ya uzanan bir geniş kültürün üzerine sağlam yapıtarla inşa edilen bu tür bir anda gelişir. Rahmi Saltuk, Sadri Gürbüz gibi yorumcular 'iyi' çalışmalara imza atarken Timur Selçuk, yepyeni bir çizgide yaptığı plakla bu türün en önemli isimlerinden biri haline gelir.



Politik müziğin yükselişe geçmesi yeni yorumcuları ortaya çıkartırken pop müziğin ünlü sesleri toplumsal mesajlar içeren şarkılar üretmeye başlar: Metin Ersoy, İskender Doğan, Füsun Önal, Tanju Okan, Ali Rıza Binboğa, Yeşim bunlardan birkaçıdır. 1974'te Yılmaz Güney'in "Arkadaş" filminde adını duyuran Melike Demirağ, `70'lerin ikinci yarısında en önemli yorumcu olarak dikkat çeker. Birbiri ardına yaptığı plaklarda Şanar Yurdatapan şarkıları yorumlar. Şanar'ın ŞAT Yapım`dan ortağı Attila Özdemiroğlu da aynı yıllarda Zülfü Livaneli'ye yaptığı düzenlemelerle ilgi çeker.
1980 askeri harekatı, her şey gibi pop müziği de duraklatır. Piyasa krizdedir. Bir dönemin çok satan pop plaklarının yerini arabesk plakları almıştır. `70'lerin sonundan itibaren ortalığı kaplayan kaset furyası plak sektörünü vurmuş, kasetçilerin doldurduğu karışık kasetler çok satar olmuştur.
Böylesi bir dönemde, dönemin tek televizyonu olan TRT, yeni insanları ve türleri lanse etmeye başlar. Beş Yıl Önce On Yıl Sonra, bu yıllarda kurulmuş uzun süreli olamayan bir topluluktur. Yıldırım Gürses'in "Hoş Sada" çalışmalarıyla örneklediği 'Çoksesli Türk Hafif Sanat Müziği' de yeni bir tür olarak ortaya çıkartılır. Bu tür, TRT tarafından pompalanmış, bu pompalama başta etkili olmuş, sonrasında giderek etkisini yitirmiştir. '68'in Altın Mikrofon birincisi, '70'lerin en popüler bestecisi Yıldırım Gürses bunun ardından bir suskunluk dönemine girer. Bu suskunluğunu 1999'da yaptığı ikili bir albümle bozar.
Bu kısır ortarnda, yine de iyi çalışmalar üretilir. Fikret Kızılok'un "Zaman Zaman"ı, Erkin Koray'ın ''70'Ii yıllara bir selam gönderdiği "İlla ki"si ve Ergüder - Nur Yoldaş ikilisinin unutulmaz "Sultan-ı Yegah"ı bu dönemin çalışmalarıdır. Özellikle "Sultan-ı Yegah" büyük ses getirir. `70'lerde kurduğu orkestrayla önemli çalışmalara imza atan, doğu-batı sentezini oluşturma uğrunda ciddi çabaları olan Ergüder Yoldaş, 1982'de yaptığı bir albümle o güne dek yaptıklarına son noktayı koyar. O dönemki eşi Nur Yoldaş'ın yorumladığı ve önemli müzisyenlerin katılımıyla oluşturulan albüm, hemen tüm şarkılarıyla dillere yerleşir.
Ama o yıllarda asıl `patlamayı', dönemin 'genç' grubu Mazhar Fuat Özkan yapar. 1984'te yayınlanan "Ele Güne Karşı Yapayalnız", bir anda her yerde çalınan, dinlenen bir albüm haline gelir. Aynı yıl yayınlanan iki albüm, Sezen Aksu'nun arabesk motiflerle dolu "Sen Ağlama" ve Zülfü Livaneli'nin `ip'lerin duyarlılığından çok uzakta bambaşka dünyalara doğru yelken açtığı "Ada" albümleri de ciddi satış rakamlarına ulaşınca piyasa yeniden 'pop' yapıtlarını desteklemeye başlar.
Bu dönemde, Mazhar Fuat Özkan'ın kazandığı başarının da etkisiyle Grup Gündoğarken'le başlayan, Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü gibi düzeyli sentez gruplarına ulaşan bir gruplar patlaması yaşanır. Gündoğarken yaz aşklarını anlatır, Yeni Türkü popüler Yunan Şarkıları üzerine yazdıkları sözlerle sivrilirken Ezginin Günlüğü, daha çok üniversite çevrelerinde dinlenen 'elit' bir topluluk olarak yükselir.Yine aynı zamanlarda, İstanbul'da kurulan bir başka topluluk, Grup Yorum, darbe sonrasında `unutulan` bambaşka duyarlılıkları hatırlatır, birbiri ardına yaptığı albümlerle özellikle '80'lerin ikinci yarısına damgasını vuran topluluk haline gelir.
'70'lerde yaptığı iki 45'lik plakla müzik hayatına atılan Nejat Yavaşoğulları ise, kurduğu yeni grubu Bulutsuzluk Özlemi ile bambaşka bir hattın kapısını açar. '80 sonrasında, 1989'da yaptıkları ikinci aIbümleri "Uçtu Uçtu"nun büyük başarı kazanması, Bulutsuzluk Özlemi'ni müstesna bir yere oturtur. "Uçtu Uçtu", bu anlamda önemli bir albümdür. Yol açıcı, gerektiğince protest ve rnüzikal seviyesi oldukça yüksekte...
Bulutsuzluk Özlemi'nin açtığı hattan ilerteyen başka gruplar ilerleyen dönemde oluşacak Türkçe rock patlamasının öncüleridir. O kadar ki, `70'lerin efsane grupları Moğollar ve Üç Hürel yeniden bir araya gelirler ve '90'lu yıllarda söz sahibi olan gruplar arasına girerler.
'70'li yılların sonuna doğru yaptığı bir 45'lik ve '80 sonrasında yaptığı kimi çalışmalarla adından söz ettiren Kayahan, 1991'de yaptığı "Yemin Ettim" adlı albümüyle çok büyük bir satış rakamına imza atar. '80'lerin ilk yarısında Atila Özdemiroğlu'nun önce Sezen Aksu'nun "Firuze"si sonra Nükhet Duru'nun "Sevda"sı ile girişdiği deneyin yıllar sonra ortaya çıkan bir yankısıdır "Yemin Ettim'. Arabesk ve pop flörtünün de başlangıcıdır.
Kayahan'ın ilerlediği hattın, sonradan "özgün" olarak anılacak müzik türüne de yansımaları ortaya çıkar; Ferhat Tunç ve Ahmet Kaya, yaptıkları 'politik' şarkılarda arabesk tınıları alabildiğine kullanarak geniş kitlelere hitap etmeyi başarırlar. Ahmet Kaya giderek bir fenomen haline gelir. Onca yıpratma ve yok etme politikasına rağmen yıllarca dimdik ayakta durur ; albümleri çıktığında hep çok satar.
'90'Iı yılların müziği türlerin birbiri içine geçtiği, değişik denemelerin ortalarda dolandığı garip bir karışımdır. 1991 yılında "Abone" ile başlayan 'pop' şarkıları devri hızla artan ürünlerin piyasayı doldurmasıyla engellenemez bir hal alır. Sezen Aksu'nun "Hadi Bakalım", Nilüfer'in "Şov Yapma" şarkıları diskolarda çalınmaya başlar. Birbiri ardına 'yeni' şarkılar ve şarkıcılar çıkar piyasaya. Sezen Aksu'nun yetiştirdiği insanlar da birbiri ardına albüm yapar. Sertab Erener ve Levent Yüksel, önemli çalışmalara imza atar. '90'Iarın son fenomeni, Tarkan, Sezen Aksu imzalı şarkılarla adından söz ettirir, Avrupa'ya açılır ve bir dünya starı olma yolunda önemli adımlar atar.
Bu dönemlerde türküler ve 'Anadolu-rock' yeniden moda olur. '70'lerin Anadolu-pop akımının ve bu akımı yaratanların saflığının çok uzağında, tümüyle ticari düşünülerek ortaya çıkan bir 'moda'dır bu, Murat Göğebakan, Haluk Levent gibiler Cem Karaca gibi söyleyerek kendilerine bir hayran kitlesi oluştururlar, Özlem Tekin, Şebnem Ferah, Sibel Tüzün gibi şarkıcılar, Bulutsuzluk Özlemi'nin açtığı hatta ilerlerler. Oldukça da başarılı da olurlar.

Kaynak: arabul.com



 
TANJU OKAN
Kaynak: biyografi.info


Türk ses sanatçısı, müzisyen, sinema oyuncusu, Melankolik tarzı ve güçlü sesiyle, Türk Pop müziğinin köşe taşlarından biri haline gelmiş olan sanatçı, her biri hit olan, onun üzerinde albüme imza atmıştır..

27 Ağustos 1938'de İzmir'de dünyaya geldi. Manisa ve Balıkesir illerinde geçen ilk ve ortaöğreniminden sonra, müziğe olan tutkusu nedeniyle İtalya'ya giderek şan eğitimi aldı.

1961'de
Türkiye'ye döndükten sonra, Ankara'ya yerleşti ve müzikle profesyonel anlamda ilgilenmeye başladı.
Bir sonraki yıl,
İstanbul Kanatlarımın Altında'a giderek Müfit Kiper Orkestrası'nda solistlik yapmaya başladı. 

Bu orkestrayla birlikte, yurtdışında birçok konsere katıldı ve müzik çevrelerine adını duyurdu. Sanatçıyı kitlelerle tanıştıran en önemli olaylardan biri, bu dönemde gerçekleşti.

1964 yılında, dönemin büyük sanatçılarından Erol Büyükburç ve Tülay German eşliğindeki Milli Orkestra'yla ,Türkiye'yi Balkan Müzik Festivali'nde temsil etti. 

Festivalin hemen ardından 1964'de, sanatçının İbibikler Öter Ötmez Ordayım" adını taşıyan ilk 45'lik plağı , "Sahibinin Sesi" adlı müzik şirketinden çıktı.
 
Aynı dönemde, Nur Erbay'la hayatını birleştiren sanatçının, 8 ay gibi kısa bir zaman süren 
evliliğinden bir oğlu dünyaya geldi.

Tanju Okan, 60’lı yıllarda, Milli Orkestra eşliğinde, yeni düzenlemelerle modernize edilerek farklı bir form kazandırılmış türküler seslendirdi. 

Ve ilk 45liklerinde, özellikle "Kundurama Kum Doldu" plağında, bu formda kaydedilen türkülere yer verdi. 

İngilizce sözlü bir yabancı şarkı olan "Strangers In The Night"’ı Fikret Şeneş’in Türkçe sözleriyle seslendiren Tanju Okan, Türk pop müzik tarihinde cover version dönemini ilk başlatan müzisyen oldu. Şarkıyla aynı adı taşıyan albüm, büyük ilgi gördü.

Okan'ı kitlelerle tanıştıran ve zirveye oturtan, Ş.Akannaç ve Nino Varon imzalı "Hasret" adlı 
şarkı oldu.

1970 yılında Ergin Bener ve Hümeyra'nın kurduğu, Yonca Plak'tan çıkan albümün hit parçası olan 
bu şarkı, Moustaki tarafından seslendirilmiş "Le Meteque"nin Türkçe versiyonuydu.

Sanatçı, 1972'de "Öyle Sarhoş Olsam ki" ve özellikle 1974'te Mehmet Teoman tarafından yazılan "Kadınım" adlı unutulmaz şarkılarıyla, adını Türk pop müziği tarihine altın harflerle yazdırdı. 

1975 yılında "Bütün Şarkılarım" adlı albümünü çıkardıktan sonraki yıl, 14 ay süren ikinci evliliğini 
Zerrin Erdoğan'la yaptı. 1980 yılında, Kent müzik firmasından "Yorgunum" adlı albümünü çıkardı. Bu albümde Garo Mafyan, 
Melih Kibar ve Bora Ayanoğlu'nun büyük desteğini gördü. 

Sanatçının son albümü, 1995 yılında ,"İşte Tanju Okan 95" adıyla Marş Müzik'ten çıktı. Sanatçı, özellikle popüler hale geldiği 60’lı ve 70'li yıllarda, aldığı sinema oyunculuğu tekliflerini kabul ederek, sanatsal yeteneğinin sadece müzikle sınırlı olmadığını gösterdi. 

"Aşkın Kanunu" , "Ah Bir Zengin Olsam" ,"Cımbız Ali" gibi beğenilen yapıtlarda rol alarak, beyaz perdedeki yeteneğini sergileme fırsatı buldu. Alkole olan aşırı düşkünlüğünü, çoğu zaman seslendirdiği şarkıların sözlerine de yansıtan Okan, sağlık problemleri yaşamaya başladı. 

Bu nedenle, fiili sanatsal yaşamına son vererek Urla'ya yerleşti. Burada siroz teşhisiyle hastaneye kaldırılan sanatçı,
23 Mayıs 1996'da birçok unutulmaz eserini ardında bırakarak hayata veda etti. 

Ölümünün ardından, onu unutmayan Urla Belediyesi, sanatçının anısına bir heykel yaptırdı ve bir çocuk parkına da ismi verildi. 

**********************

BARIŞ MANÇO (1943-....)

Konya
ovasında yaşayan Mançozade adlı büyük bir aile, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u alması ile birlikte Rumeliye göç etmiş ve Selanik'e yerleşmiştir. 

Birinci Dünya Savaşı'na kadar Selanik'de yaşayan Mançozade ailesi, savaşın hayat koşullarını güçleştirmesi nedeniyle tekrar İstanbul'a göç etmiştir. 

Mançozade'lerden Mehmet Abdi bey İstanbul'da bir konağa yerleşmiş ve arkadaşının kızkardeşi olan Nimet Hanım'la evlenmiştir. 

Yıllar sonra Nimet Hanım, Barış Manço'nun "Gülpembe" şarkısının ilham kaynağı olacaktır...

Cumhuriyet devrimlerini yaşayan aile, soyadı kanunu ile birlikte "Mançozade" olan aile adlarını değiştirerek, "Manço" soyadını alırlar. 

Abdi bey ile Nimet Hanım'ın oğlu Hakkı Bey, Rikkat Uyanık ile evlenir. Hakkı Bey ile Rikkat Hanım'ın ikinci çocuğu 2 Ocak 1943 tarihinde doğan Mehmet Barış Manço'dur. 

Onlar, Barış Manço, Oktay Manço, Savaş Manço ve İnci Manço olarak dört kardeştiler.
İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarında doğan Barış Manço, ailesinin savaşın bitmesine duyduğu özlem nedeniyle "Barış" isminin kendisine verildiğini söylemektedir. 

Dönemin Türk Sanat Müziği sanatçısı olan Rikkat Hanım ile Hakkı Bey, Barış 3 yaşındayken ayrılırlar. Babasının yanında büyüyen Barış Manço'nun çocukluğu Kadıköy'de geçmiştir. 

İlkokulu Gazi Mustafa Kemal İlkokulu'nda tamamlamış, daha sonra Galatasaray Lisesi'ne devam etmiştir. 

10.sınıftayken babasını kaybeden Barış Manço, Galatasaray Lisesi'nden ayrılarak Şişli Terakki Lisesi'ne gitmiş ve oradan mezun olmuştur.
Barış Manço, aileden gelen yetenekle 2 yaşından itibaren şarkı söylemeye ve Ortaokul 2.sınıf öğrencisiyken de amatör olarak müzikle uğraşmaya başlamıştır. 

Liseyi bitirince 20 Eylül 1963 tarihinde, önce Paris'e, oradan da Belçika'ya ağabeyi Savaş Manço'nun yanına gider. 

Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim, grafik ve iç mimari okur. Lisede çok başarılı olmayan hatta müzik ve coğrafyadan ikmale kalan Barış Manço, bu okuldan çok iyi bir derece ile; okul birincisi olarak mezun olmuştur. 

Galatasaray Lisesi'nde başlayan müzik hayatı, Belçika'da da devam etmiştir...
Manço, 1969'da yurda döndüğünde, "Dağlar Dağlar" şarkısını yaptı. Bu şarkı, O'nun hayatında önemli bir dönüm noktası oldu. 

Aynı yıllarda görüntüsü değişmekte, müziği ve kıyafetleri ile bir ekol oluşturmaya başladı. 

Barış Manço, insan ilişkileri konusunda çok iyidir. Bağlantı kuramayacağı hiçbir canlı yok denebilir. 

Zaten daha sonraki yıllarda da yaptığı bir röportajında; "Kendimi, toplumla diyalog kuran bir iletişim aracı olarak görüyorum" diyecektir.
1971 yılında askerlik yılları başlayacaktır. Askerdeki ilk ayları; hem ani olarak askere alınması, diplomasına rağmen üniversite mezunu olmasının tartışılması, hem de saçlarının kesilmesi nedeniyle çok keyifli başlamadı. 

Askerliğini Polatlı'da Topçu asteğmen olarak yaptı. Askerliğin son ayları ise güzel dostluklar ve askeriyede bir dizi konserlerle üretken bir hale dönüştü.
Askerlikten sonra yine bir süre Belçika günleri araya girmektedir. Barış Manço, sıradışı kıyafetleri, takıları, enterasan el hareketleri ve şarkılarına çektiği klipler ile bizleri şaşırtmayı sürdürmeye devam eder. 

Sanatçı, görevinin biraz da şaşırtıcı şeyler yapmak olduğuna inanmıştı. Yıllar geçtikçe bu davranış ve biçimlerin onun özgün kişiliği olduğunu daha iyi anlayacaktık...
Barış Manço, 18 Temmuz 1978'de Kadıköy Evlendirme Dairesi'nde Lale Çağlar (Manço) ile evlendi. Bu konuda da topluma örnek olmayı başaran Barış Manço, evliliğinde de İstanbul geleneğini sürdürdü. 

Bu evliliği, Lale Manço da 1998 yılında yaptığı bir röportajda "Barış içinde 23 yıl" diye tanımlıyor. Çiftin evdeki birliktelikleri, iş hayatında da devam etmiştir. Lale Manço, televizyon programlarına yönetmen ve yapımcı olarak imzasını atar. 

Bu beraberliğe, oğulları 19 Mayıs 1981'de Doğukan Hazar, 24 Temmuz 1984'de de Batıkan Zorbey katılır. Dünya çocuklarının Barış abisi, kendi çocuklarıyla da iyi arkadaş olduğunu söylemektedir. 

Yoğun iş programı çocuklarını ihmal etmesine asla neden olmamıştır.
Çocukları için en büyük öğüdü, yaptıkları işin en iyisini severek yapmaları gerektiğidir. 

Çocukları için tek kaygısının "adam gibi adam"lık konusunda olduğunu dile getiren Barış Manço, çocuklarının hangi mesleği yaparsalar yapsınlar, tornacı bile olabilirler ama kendi deyimiyle onlar için "Doğukan usta, öyle bir vida sıkar ki başka türlü sıkar" denmesini arzu ettiğini söylemektedir. 

O, doğu ile batının sentezini yapmıştı. O'na göre, doğunun herşeyi kötü, batının herşeyi iyi doğru bir kavram değildi. Oğullarına da Doğukan ve Batıkan isimlerini koyması, doğu ve batının barış içinde olması dileğinden kaynaklanmaktadır.
Barış Manço'ya göre, Türkiye'nin de bulunduğu konumun kesin bir sınırlaması yoktur. Türkiye, doğudan bakıldığı zaman batıda, batıdan bakıldığı zaman da doğudadır. 

Bu konudaki duygularını ise, Japonya konserinde 20.000 Japon'un Türk bayrağı çıkartıp sallamasından televizyon başındaki 60 milyon insanın gözyaşları içinde izlemesi gibi heyecanlandığını ve gurur duyması ile ifade ediyor. 

Barış Manço yabancı ülkelerdeki çalışmaları için yaptığı değerlendirmede, "Japonlar beni sahiplendiler, milyonlarca Japon konserlerime geliyor, CD'lerimi alıyor, Japonlar bende doğru birşeyler buluyor. 

Şarkılarımı didik didik inceliyorlar, onlardan konferanslar hazırlayıp televizyon programları yapıyorlar. Türkiye'de bunun onda biri yapılmadı. 
Belçikada ise, onların ülkelerini tanıttığım için Liege Prensliği onur ödülü verdiler. Törene limuzin ve dört eskort ile gittik. Belçika'nın en büyük gazetesi birinci sayfada yarım sayfa ayırdı. Türkiye'de ise 40 yıllık sanat yaşamımda baş sayfaya çıkamadım" gibi bir serzenişte bulunmuştu. Ne yazık ki yıllar sonra baş sayfada bulunma nedenin "vefat" olması çok hüzünlü bir durumdu...
Önemli olmaktan çok değerli olmayı tercih ettiğini söyleyen Barış Manço, duygusallığı, seçtiği bir yaşam biçimi olduğunu vurgularken, kendi deyimiyle kuzey kutbunu da asla kaybetmediğini de sözlerine ekliyor. 

Manço; Rus romantikleriklerinden, Korsakof, Musolski ve Çaykoski'den etkilenerek, evinin dekorasyonunda da romantik çağı, 19.yüzyıl sonu ile 20.yüzyılın başını yansıtan tarzı tercih etmişti.
Türkiye'deki en uzun ve en başarılı televizyon programlarını yaptı. 200'den fazla şarkısı O'na; 12 altın ve platin albüm/kaset ödülü kazandırdı. 

Şarkılarının bir bölümü Yunanca, Bulgarca, Arapça, Farsça, Japonca, İbranice, Fransızca, İngilizce ve Flemenkçe'ye çevrildi. Her ülkede şarkıları çok sevildi. 

Kongo'daki 12-13 bin kişinin katıldığı konserde "Domates Biber Patlıcan"ı söylerken, Kongoluların koro halinde şarkıya eşlik etmeleri şarkının evrenselliği hakkında bilgi vermektedir. 

Bu konuya başka bir örnek de Mısır'da yaşanmıştı. Barış Manço, Mısır Televizyonu'nda canlı yayında Dağlar Dağlar'ı Arapça söylemişti, bu programın sonunda Mısırlılar sokağa döküldüğü gibi, program da defalarca tekrarlanmıştı.
En büyük arzusunun ansiklopedilerde yer almak olduğunu söyleyen ve "Barış Manço Müzesi" kurmak isteyen Manço, "20. yüzyılda yaşamış, o yüzyıla damgasını vurmaya çalışan bir Türk'üm, 20.yüzyılın Türk müziğini yapıyorum" demektedir. 

Müzik ve televizyon hayatında sayısız ödüller alan Barış Manço, 1991 yılında devlet sanatçısı ünvanı, yine aynı yıl Hacettepe Üniversitesi onursal doktora ünvanı, Uluslararası Teknoloji Ödülü, Japonya Uluslararası Kültür ve Barış ödülü, Belçika Krallığı Leopold II Şövalyesi nişanı, Fransız Kültür Bakanlığı Edebiyat ve Sanat Şövalyesi nişanı, Türkmenistan Cumhurbaşkanlığı; Türkmen Vatandaşlığı ödülleri kazanmıştır...
Barış Manço, 1999 yılında 31 Ocak'ı 1 Şubat'a bağlayan gece, geçirdiği kalp krizi sonucunda hayata veda etmiştir. Ancak, bu büyük sanatçı bıraktığı eserler ile her zaman Türk Milleti'nin kalbinde yaşayacaktır...


**********************



EROL BÜYÜKBURÇ
 
1936 yılı Cumhuriyet çocuğu olmak isteyen her yurttaşımızın doğmak isteyeceği bir tarih dilimi... 

Hele hele bu çocuk Adana’da doğuyor ve babasının bir Fransız şirketinde çalışmasından dolayı çocukluğunun önemli bir bölümünü Halep’te geçiriyorsa, hayatın ona getireceklerini kestirmek biraz zor olabilir. 

Akdeniz havzasının güneyinde doğup, modern Türkiye’den kendi modernitesini Fransız kasesinde yaşayan sabık 1001 gece şehrine doğru seyir alan çocukluğunu geçirmek Büyükburç’un zihinsel serüvenindeki
kuralsızlığın temellerini atmıştır.
Araplık, Fransızlık ve Türklüğün bir arada yaşanabildiği dönemde herkesi bir potada eriten modernitenin Büyükburçun eklektik kimliğinde düzenleyici ve hatta dizginleyici bir rolü olduğu söylenebilir.
1951 yılında lise tahsili için geldiği İstanbul’da kurduğu ilk grubuyla (Şevket Uğurluel, akordeon; Kanat Gür, gitar; Salim Ağırbaş, davul; Metin Ersoy ve Erol Büyükburç, solist)Florya plajında müzik yaparken İstanbul’da, Halep’te provasını seyrettiği kozmopolitik yapının en şenlikli formunu idrak eder.
Amerikan askerlerinden edinilen 78 devirli plaklarla batı müziği konusunda kendini biçimlendirdiği 50’li yıllarda hayatının dönüm noktalarından birini İsmet Sıral Orkestrası’nın solisti olarak yaşar. Bu orkestrada kalmasını sağlayan şarkı Frankie Laine yorumuyla popüler olan Jezabel adlı şarkıdır.
İsmet Sıral sonrasında askere giden Büyükburç, Urfa Orduevi’nde şarkı söylerken Leyla Sayar’la tanışır. Askerlik dönüşünde Leyla Sayar’ın desteği ile İstanbul’un klüp çevrelerinde ismini duyurmaya başlar. 

Kendi adına kurduğu ilk orkestrası Erol Büyükburç Vokal Grubu ile Four Lads, Platters tarzı vokal müziğinin ve doo-wop’ın Türkiye’deki öncü uygulayıcısı olur.
Bir süre sonra sözkonusu ekolün Türkiyeli bir bestecide karşılığını bulduğu ilk ürünleri verir. Bu kapsamda zamanında sahipliği konusunda tartışmalara neden olsa da ilk kez tango ve foxtrot harici batı popu tarzında bir beste ile gündeme yerleşiverir: “Little Lucy”. Odeon tarafından 1961 yılında 78’lik plak olarak basılan bu şarkıyı “Kiss Me”, “Lover’s Wish”, “Memories” adlı besteler takip etti. Bu dönemde yanında Rüştü Kurtuluş, Nüceyim Fener, Kadri Ünalan, Nejat Alpay, Altan İrtel’den oluşan bir kadro bulunmaktadır.
1962 yılında Kadri Ünalan’ın Başar Tamer ve Gönül Turgut solistliğinde kendi orkestrasını kurması üzerine Erol Büyükburç’un Şerif Yüzbaşıoğlu orkestrası ile Hilton gibi lüks mekanlarda çalıştığı bir başka dönem yaşanır.
1963 yılında Robert Kolejde düzenlenen Boğaziçi Müzik Festivali’nde “En iyi Şarkıcı” ve “En İyi Şarkı” ödüllerini kazandı.Bu yarışmada Şerif Yüzbaşıoğlu Orkestrası eşliğinde “Adieu Mon Pays” şarkısını seslendirir.
1964 yılında Erol Büyükburç’un Şerif Yüzbaşıoğlu’ndan ayrılmasının ertesinde kurduğu ilk grupta piyanoda Necdet Karar, basta Çarli, elektro gitarda Cüret Işıközlü'nün bulunduğu bir kadro ile çalışır. Aynı yıl Belgrad’ta yapılan Balkan Melodileri Festivali’nde Milli Orkestra ile sahne aldıktan sonra orkestrası yepyeni bir şekil alır. Orkestranın yeni biçiminde Erol Büyükburç dışındaki diğer solist 1939 doğumlu Ayferi, piyanist 1929 doğumlu A ltan İrtel, baterist 1936 doğumlu Çetin Çalışır ve basçı 1937 doğumlu Işık Tapan ve gitarist 1940 doğumlu Yurdaer Doğulu’ydu. Yeni orkestrasıyla Erol Büyükburç'un folk düzenlemeleri ve giderek kendi bestelerini öne çıkararak ikinci çıkışın eşiğine yaklaşıyordu.
2 Eylül 1964 yılında düzenlenen 1.Balkan Festivali’nde ilk kez ülkemizden bir milli orkestra oluşturuldu. Bu orkestrada pianoda Selim Özer (aynı adlı orkestradan), tenor saksta Erol Erginer (Kanat Gür’den), gitarda Yurdaer Doğulu (Erol Büyükburç’un orkestrasından), basta Alper Feyman (aynı adlı orkestradan) ve bateride Vasfi Uçaroğlu (Müfit Kiper, Hisar 6’dan) gibi ülkenin yetenekli müzisyenleri yer alıyordu.Yarışmanın solistleri ise Erol Büyükburç, Tülay German ve Tanju Okan'dı. Büyükburç'un repertuvarı, Kara Tren, Kapı Önünde Durdum, Kara Kaş Gözlerin Elmas,Tamo Tamero ve Little Lucy'den oluşuyordu.
Bu yarışmada en iyi şarkıcı seçilen Büyükburç, 1965 yılında yeniden Boğaziçi Müzik Festivalinde “en iyi şarkıcı” ve “en iyi orkestra” ödüllerini kazandı. Bu yarışmada “Altın Tasta Üzüm Var” adlı bir kantonun popüler batı müziği izdüşümünde yeniden üretimi niteliğindeki bir bestesini seslendirdi.
1965 yılında ikinci defa Balkan Halk Şarkıları yarışmasına katılan milli orkestranın o yılki kadrosu piano ve orgda Şerif Yüzbaşıoğlu, gitarda Yurdaer Doğulu ve Ersin Ünlüsoy (Kanat Gür çalıştığı yerden izin alamadığı için yerine girmişti), bateride Vasfi Uçaroğlu, basta Alper Feyman, vokalde Ayla Dikmen, Başar Tamer ve Erol Büyükburç şeklindeydi.
O yıl Burgaz’da yapılan Balkan Melodileri Festivali’nde birinciliğini sürdüren Milli Orkestra şu şarkıları sunmuştu: Erol Büyükburç'un söylediği Adanalı, Halimem, Granada, Sinner Man ve Rock’n’Roll Music; Ayla Dikmen'in söylediği Niksarın Fidanları, El Porompompo, Fongetto Mani, El Besso, Ho Capito, Che Tiamo, Başar Tamer'in söylediği Eminem, Çarşıya Kiraz Geldi, Oy Farfara...
1965 yılında Yurdaer Doğulu’nun kendi orkestrasını kurması üzerine Erol Büyükburç, bir sonraki yıl içerisinde Star Plak’tan Pathé şirketine transfer olmuş ve plaklarıyla devleştiği bir döneme girmişti. Dönemin bir iki değişiklikle sürekli Büyükburç kadrosu ise gitarda Cenk Taşkan (1970'lerin ikinci yarısında Mehmet Teoman'la ortak şarkı üretimini yapacak ve böylelikle Nükhet Duru'yu lanse edenlerden biri olacaktı), basta Berç Kürkçü, bateride Altan Severcan, pianoda İrfan Esentaş, klarnet ve saksofonda ise Önder Bali’den oluşuyordu. Bu kadroyla Zeynebim, Kızılcıklar, Altın Tasta Üzüm Var gibi hit olmuş pek çok şarkısını Pathé’ye plak olarak hazırlamış, “Uçun Kuşlar” ve “Pınar-Fadime” gibi şarkılarda hem elektro hem de akustik bağlamaya müziği içerisinde partisyon vermişti. Aynı zamanda her anlamda yerli ilk Türk pop şarkısı olan Ağlarım’ı piyasaya sürmüştü. Türk müziği’nin swing formunda yeniden üretimini bu plakla denenmişti.
1966 yılı aynı zamanda Erol Büyükburç’un kendi halkla ilişkiler işlevini tutarlı bir biçimde sürdürmeye çalıştığı bir dönemdi. Nitekim 1966 yılında hazırladığı bir tanıtım broşüründe kullandığı “Erol Büyükburç-Getirdiği Yenilikler” üst başlığından itibaren yenilik adına zaman zaman absürditenin sınırlarını zorlasa da alabildiğine taze soluk peşinde bir enerji adamı formatındadır. 1968 yılında “Altın Şarkılar”, 1969 yılında ise “Yasemin” LPlerini yapar. Kırık Kalp, Yasemin, Gözlerime İyice Bak, Gel Gir Koluma gibi popüler müziğimizin ilk hit şarkılarını Ümit Eroğlu (Yurdaer Doğulu, Şerif Yüzbaşıoğlu) düzenlemeleri ile yapar.
1968 yılında gerçekleşen FİTAŞ konseri ile Büyükburç, karizmasının doruğuna ulaşır. Öte yandan Kırık Kalp ve Yasemin’in Türkçe’den düz bir mantıkla İngilizce’ye aktarılmış halleriyle hatalı bir evrenselleşme hareketine giren Büyükburç, kanımca halen sürdürmekte olduğu bir hatanın da ilk adımlarını atar: Büyükburç artık her il için bir şarkı yapmaya sebat etmiştir. İlk ürünler: Güzel İzmir, Ver Elini Ankara ve İstanbul’dur. İlk iki şarkının bulunduğu plaklar 1969 yılında Paris’te Pathe Marconi Stüdyo Orkestrası ile kaydedilir. Böylelikle Büyükburç ilk Stereo plağını da yapmış olur.
1969 sonlarına doğru Pathe’den ayrılan Büyükburç, 1966 yılında yaptığı ilk filminden bu yana birlikte çalıştığı Hulki Saner’in şirketi Saner Plak’a geçer. 10 dakikada 2 beste yapıldığı ve hatta bu bestelerin de film setinde yapıldığı bir başka döneme girer. Tatavla adı verilen bu tarzda, Fıstık Gibi, Şiir Gibi Kızdı O, Berduş, Mürüvvet, Aldandım, Bir Başkasını Sevemem Sevemem adlı şarkılarını plak yapar. Popülaritenin ve tirajının en tepelerinde dolaşırken müziksel sofistikasyonunu kaybettiğine şahit oluruz.
Bu gidişata son verme adına 1971 yılında Feryat adlı plağını yapar. Yalan Gözler ve Yasemin gibi plaklarda kız vokal grubunu deneyen Erol Büyükburç, bu kez erkek vokalini kullanarak psychedelic orotoryo havasında seyreden bu çizgidışı plağını yapar. Dinleyici profili 1969-71 arasında tamamen değişmiş olan Büyükburç’un bu plağı malum dönemde yaşanan boyutta bir satış tutarını yakalayamaz.
 
Sonrasında Esin Engin düzenlemeleri ile arada “Turist Ömer Boğa Güreşçisi” (1972) filminde söylediği “Manolya”nın da bulunduğu bir grup plak yapar. Bu dönemde Bağlamamım Telleri ve Gözler şarkılarının da içerisinde bulunduğu Burcu Burcu adlı EP’yi de hazırlayarak Anadolu Pop tarzında da varlığını hissettirmeye başlar. Öte yandan Anadolu Rock’ın en hızlı zamanı yaşanmakta ve Büyükburç, kurucularından biri olduğu bir türün yabancısı gibi algılanmaktadır. Özellikle Berduş, Kırık Kalp gibi plakların ardından yapılan Hekimoğlu, Dadaş gibi plaklar furyadan yararlanan her hangi bir şarkıcının plakları ile aynı muameleyi görmekteydi.
Tüm olumsuzluklara rağmen, Büyükburç umudunu yitirmeden ve zaman zaman küçük başarılar elde ederek yoluna devam eder. Görüntü itibarı ile glam rock sularında yüzen Erol Büyükburç, müziği o denli sert olmasa da yozlaşmamış bir Anadolu Rock şarkıcısını plaklarda sürdürürken, sahne de Tom Jones, Engelbert Humburdick uzantısı bir çizginin temsilcisi olur.
Anadolu Rock söyleyen Büyükburç’un arkasında artık bir orkestra değil, grup formatında bir oluşum vardır. Tıpkı Cem Karaca& Kardaşlar, Barış Manço & Kurtalan Ekspres gibi onun da ismi Erol Büyükburç ve Elçiler’dir. Duruma göre Elçiler ismi 6-7 Elçi gibi numerik ifadelerle anılsa da kadrodaki hızlı değişimler sonucunda Elçiler’de karar kılınır. Grup, Ohannes Kemer, Özer Şenay, İrfan Avcı, Fevzi Mumkale, Melih Binzet, Faruk Dayıoğlu’ndan oluşan kadro ile Dadaş gibi gayet psycehedelic bir plağa imza atar. Bu kadro ile 1972 yılında Londra Palladium Konser Salonunda pembe incili kaftanı ile sahne alır. Aynı yıl MAM şirketiyle anlaşma yapar ve şirketin şarkı yazarı Les Reed’den İngiltere’de yapacağı plak için repertuar alır. Ancak 1973 yılında çıkan petrol krizi nedeniyle İngiltere projesinin devamı gelmez.
Palladium macerasının akabinde Elçiler grubu farklı müzisyenlerle yoluna devam eder. Grubun seyir defterine Nihat Örerel (Bunalımlar, Mesut Aytunca & Siluetler, Erkin Koray), Aydın Çakus (Bunalımlar, Haramiler, TER, TANK, Kardaşlar) gibi gayet sert bir psychedelic rock formunu benimsemiş müzisyenler imzalarını atarlar. Vur Zilleri, Çökertme, Hekimoğlu gibi plaklar bu dönemin eserleridir. 1973 yılında sahnede bilindik Erol Büyükburç vokaline sert bir biçimde eşlik edip, Erol abilerinden herhangi bir kısıtlama görmeyen müzisyenlerin bulunduğu demokratik bir Elçiler kadrosunu oluştururlar.
Büyükburç’un son Elçiler plağı ise Takvimdeki Günler’dir. Bora Ayanoğlu’nun müzik piyasasının can simidi niteliğinde olduğu bir dönemde Takvimdeki Günler ve hemen akabinde Süheyl Denizci eşliğinde doldurduğu Zambaklar Açarken plaklarını yapar.
Bu plakların yapıldığı dönemde ise Efsaneler adını verdiği yeni grubunu kurmuştur. Ancak grubun tam anlamıyla müziksel bütünlüğe ulaşamaması, kullanılan enstrümanların yetersizliklerinden dolayı plaklarda İstanbul Gelişim Orkestrası ile çalışmaya başlar.
Aynı dönemde müzik piyasasında henüz yeni olan Çiğdem Talu ile 1973 sonlarına doğru işbirliğine yönelir. Bunlar aynı zamanda Talu’nun ilk ciddi şarkı sözü çalışmalarıdır. Müzik piyasasındaki etkinliğini yitirmeye başlayan Saner Plak’tan ayrılan Büyükburç, Çiğdem Talu ile Diskotür şirketine “Elele-Dudaklarımda Şarkısın” plağını yapar. Hemen akabinde Gençlik Şarkısı (Bilinen adı ile Haydi Gençlik Hop Hop Hop) plağı ile eski günlere dönmeye namzet bir Erol Büyükburç portresi çizer.
Öte yandan Büyükburç ile Talu’nun ortaklığı yalnızca iki 45’lik plak boyunca devam eder. Bir süre plak yapmaz, öte yandan Almanya’da yayınlanan kasetlerde bulunan TV için İstanbul Gelişim eşliğinde doldurduğu “Eğlence Başlasın mı?” şarkısıyla gençliğin şarkıcısı olma idealini sürdürür. İlk Kadrosunda Cihat Günaydın (Mavi Işıklar) gibi usta bir gitaristin bulunduğu Efsaneler, 1975 sonlarında Çetin Çiftçi, İrfan Avcı, Selçuk Ünver, Cavit İlgün, Sacit Aydın, Nusret Baran gibi isimler eşliğinde geç dönem psychedelic başyapıtı “Allahım Beni De Gör” plağını yapar. Bu plak arka yüzünde bulunan popülist “Civciv Çıkacak Kuş Çıkacak” şarkısının etkisiyle potansiyel dinleyicilerin gözünden kaçar.
Bulunabilme olasılığının nispeten düşük olması ve HEY listelerinde ilk 20 içerisinde yer almamasından yola çıkılarak Büyükburç’un son 45’liğinin fazla bir satış yakalayamadığını söylebiliriz.
Sözkonusu plağın ardından 1977 yılına kadar Erol Büyükburç “Kader Rüzgarı”, “Ah Bu Sevda” filmlerini yapar. Bu filmlerden ikincisi ile aynı adı taşıyan şarkısı Almanya Minareci Firması çıkışlı kasetlerde yer alır.
1977 yılında “Hop Dedik” adlı LP’sini tamamen Efsaneler eşliğinde hazırlar. Pop ve rock düzleminde üretilmiş şarkılar, minimalist müziksel yürüyüşler ile “Hop Dedik” grubun kolektif beste üretimine geçebildiği, Büyükburç’un ise basit de olsa şarkı sözü yazarına ihtiyaç duymadan beste yapabildiği bir albüm olmuştur. Yani Büyükburç’un bütüncül şarkı yazarı kimliğinin ortaya konulması ve gelecekteki popüler Türk müziğinin kehanetini içermesi yönünden de ilginç bir çalışmadır.
Ensemble olarak dorukta olduğu bir dönemde Efsaneler grubu dağılır. Efsaneler’in hemen ertesinde 1977 yaz sonunda doğan kızı Evren’in ismini verdiği Evren grubunu kurar. Metin Özülkü, Cem Bezeyiş, Sabahattin Taşdöğen, Aziz Göksel gibi isimlerin bulunduğu grup ile önce Bağcan ailesinin Değişim adlı şirketi ile anlaşır. Akabinde Edessa bünyesine girerek 1978 yılında “İşte Özüm İşte Sözüm” adlı bir Lpnin çalışmalarına başlar. Bu plak, çeşitli nedenlerle ancak 1983 yılında yayınlanabilir.
1978-79 yılı arasında Evren grubu farklı bir format içerisine girer ve Nejat Yavaşoğulları’nın da dahil olduğu farklı bir kadroyla ARI Yapım bünyesinde yalnızca TRT’de yayınlanmış olan Jezabel, İstanbul Not Constantinapole, Aşk Dediğin Bu Muydu, Dur Dur Gitme Gibi Kayıtlar yapılır.
1979-1980 yıllarında eşi Emel Büyükburç için hazırladığı Çapraz Show’a mesaisini ayırırken, bir yandan da “Müzikte Ekolleşmeye Doğru” adlı kitabını hazırlar. Bu kitap bünyesinde müzikte belirlediği belli başlı ekoller konusunda hazırladığı makalelere ve her ekol için hazırladığı şarkı sözleri ve bestelerine ilişkin bilgilere yer verir.
1982 yılında BİP plaktan çıkan “Dünya Durdukça” adlı LP’i bu kitabın seslendirilmiş biçimi gibidir. Nitekim plak Büyükburç’un tango, kanto, disko, pop gibi ekoller arasında kendi rengini ortaya koyma gayretinin özetidir. Nitekim bu plakla birlikte Büyükburç illere beste yapmanın yanı sıra ekollerin ve alt ekollerin izini sürme gibi yeni bir üst idealin sahibi olur.
Büyükburç’un bu plağı istenilen satış rakamına ulaşamasa da 1977 yılından o zamana kadar albüm yapmamış olan bir müzisyenin 80’lerin kuşağı tarafından da tanınmasını sağlaması açısından da kilit bir rol üstlenir. Ancak bu tanınma durumu 1985 yılının Gençlik Yılı ilan edilmesi vesilesiyle TRT için hazırladığı Gençlik Şarkıları başlıklı çalışmada her ne kadar “Biz Değil Miyiz?” gibi bir TRT hiti çıkarsa da onun giderek belirli gün ve haftalar şarkıcısı olarak kemikleşmiş bir duruşun simgesi olmasını engelleyemez.
1992 yılına kadar futbol takımı şarkıları, illere yönelik şarkılar, çocuk şarkıları, belli vakıflara yönelik hazırlanmış marşlar, kendi hazırladığı kukla karakterleri ve kukla oyunları için hazırladığı şarkıların ağırlıklı olduğu bir üretim sürecine girer.
O dönemde yaptığı ve TRT dışında dinleyicisiyle buluşmamış bir demoyu takriben 1989 yılında Tuğrul Karataş ile hazırlar. “Resmine Bakıyorum” isimli demoda chanson formatını yeniden sahiplenmiş bir Erol Büyükburç görürüz.
1992 yılında ise baştan sona kitsch ilk Erol Büyükburç albümü, “Aman Kızlar”ı Metin Özülkü ile birlikte yapar. Türk Pop müziği garabetinin yeni patladığı dönemde ortama ayak uydurmaya çalışan bu albüm onu görselliği ile bir kimliği ifade etmekle birlikte, müziksel duruşu tahmin bile edilemeyen bir şarkıcı eskisi konumuna oturur.
Bu konum 90’ların ikinci yarısında Hüner Coşkuner ile birlikte yaptığı EP ile daha da pekişir. Eski müziksel materyallerin tüketime uygun biçimde yeniden şekillendirildikleri “nostalji” çağında ise genele uyum sağlar ve “Bir Ömrün İmzası” albümüyle kendi “come back”ini gerçekleştirmeye çalışır. Ancak bu kez varolan şarkılar zihinlerdeki yerini kaybettiği ve bu şarkıları dinlemek isteyenler için sahaflarda halen tertemiz Erol Büyükburç plakları bulunduğu için bu denli korkunç ve sound kaygısı gözetilmeden yapılmış düzenlemelerle bu albüm ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilir.
1990-2007 arasındaki süreçte Erol Büyükburç, TRT için tango emisyonları yapar, yabancı şarkılara Türkçe söz yazıp seslendirir, turistik programlar yapar, resim yapar, vecize yazar, çocuk şarkıları ve iller ile ilgili şarkılar yapmaya devam eder. Öte yandan Büyükburç içinden geleni yapan bir şarkı yazarı kimliğinden sıyrılıp, kendi oluşturduğu sipariş katalogundaki kategorilere birileri “check” atmış gibi ısmarlama bir üretkenliği benimsedi. Böylelikle ne Büyükburç nostalji tacirlerinden sıyrılıp sanatçı kimliğini dolaysız bir biçimde ortaya koyabildi, ne de kendisi bu kimliği hatırladı.
Münir Tireli (Munimonde)
 
*****************************

SEZEN AKSU



Sezen Aksu Denizli Sarayköy’de dünyaya geldi; İzmir Kız Lisesi ve babasının arzusu ile girdiği Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi de dahil olmak üzere eğitim sürecini İzmir’de sürdürdü. Rüştü Şardağ’dan aldığı sanat müziği eğitiminin yanı sıra resim ve oyunculuk gibi alanlarda da kurslara katıldı.

Profesyonel yaşama ilk 45’liğini çıkardığı 1975 yılında adım attı. Yorumcu kimliğinin yanı sıra 400’den fazla beste ve sözün de sahibi oldu. 8 adet 45’lik, 3 adet single ve 27 albüme imza atan sanatçı 15’e yakın albümde de konuk sanatçı olarak yer aldı. Öte yandan 40’a yakın derleme albümde eserlerine yer verildi. Şarkıları 100’ü aşkın farklı yorumcu tarafından seslendirilirken, kendisini heyecanlandıran genç yeteneklerin yapımcılığını üstlendi. Aşktan günlük yaşama kadar insan doğasını konu alan herşey, özellikle de umut eserlerine konu oldu. 2006 yılında şarkı sözleri “Eksik Şiir” adlı kitapta toplandı.

Türkiye de dahil olmak üzere 20’den fazla ülkede 1500’ün üzerinde konser veren sanatçı, yerli ve yabancı birçok sanatçı ile müzikal çalışmalarda bulundu. Birlikte çalıştığı tüm müzisyenlerin birikimlerinden yararlandı ancak Onno Tunç ve Atilla Özdemiroğlu kariyerinde önemli yer tuttu.
2002 yılında “Türkiye Şarkıları” adını taşıyan Aspendos, Efes ve Brüksel konser dizisinde, Türkiye’de konuşulan farklı dillerde eserler seslendiren etnik gruplarla aynı sahneyi paylaştı. Boşnak Goran Bregoviç, Yunan Haris Alexiou ve Hollanda Metropol Senfoni Orkestrası ile ortak konserler verdi. Öte yandan eserleri İtalyan tenor Alessandro Safina ve Avustralya'lı şarkıcı Holly Valance gibi popüler sanatçılarca seslendirildi.

Oyunculuk alanında da çeşitli çalışmaları bulunan Sezen Aksu, “Serçe” albümünün yayınlandığı 1978 yılında ilk sinema denemesini gerçekleştirdi. Atıf Yılmaz'ın yönettiği “Minik Serçe” adlı filmde Bulut Aras'la başrolü paylaştı. 1981’de Adile Naşit, Şener Şen ve Altan Erbulak ile “Sezen Aksu Aile Gazinosu”;  1986 yılında “Bin Yıl Önce Bin Yıl Sonra” müzikallerinde rol aldı. 

Oyunculuk denemelerini, aralarda skeçlere de yer verilen “Saz mı, Caz mı”, “Sezen Aksu Söylüyor” konserleri ve “Sezen Aksu Show” televizyon programı ile sürdürdü.  1990'da, yönetmenliğini Yavuz Özkan'ın yaptığı “Büyük Yalnızlık” filminde Ferhan Şensoy ile birlikte başrolü üstlendi. İstanbul gece eğlencesi anlayışına farklılık getiren Oba Bar’da ve Uğur Yücel ile Bostancı Gösteri Merkezi'nde kabare türünde sahne gösterileri sergiledi.

Sanatçının 1981 doğumlu bir oğlu bulunmaktadır.

Kaynak; Sezenaksu.com

*************************
Ajda Pekkan
 
Ajda Pekkan, 12 Şubat 1946 yılında İstanbul'da doğdu. Deniz binbaşısı olan babasının görevi dolayısıyla çocukluğu Gölcük'te geçti. 

Şarkıcı olmak için büyük heves taşıyan Çamlıca Kız Lisesi öğrencisi Ajda Pekkan, 1962 yılında dönemin en popüler gece kulübü Çatı'nın sahibi olan İlham Gencer'e ulaştı. 

İlk olarak seslendirdiği Mina'nın "Il Cielo In Una Stanza" şarkısıyla kendini kabul ettirdiği Çatı Gece Kulübünde Los Çatikos topluluğu eşliğinde bir müddet sahne çalışması yaptı. 

1963 yılında bir aile dostlarının teşvikiyle Ses dergisinin, sinemaya yeni yüzler kazandırmak amacıyla açtığı kapak yıldızı yarışmasına katıldı. Ediz Hun'un erkekler dalında birinci, Hülya Koçyiğit'in bayanlar dalında ikinci olduğu yarışmada, birinci seçilen Ajda Pekkan'ın profesyonel kariyeri böylece başlamış oldu. 

1963 yılında "Adanalı Tayfur" ile ilk kez çıktığı kamera karşısında, 1967 yılındaki son filmi olan "Harun Reşid'in Gözdesi"ne kadar başrollerini Ayhan Işık, Cüneyt Arkın ve Tamer Yiğit gibi sanatçılarla paylaştığı 47 film çevirdi. 

Ses kabiliyeti rol aldığı filmlerdeki yapımcıların da dikkatinden kaçmadı ve pek çok filminde şarkıcı rolü üstlendi ve çeşitli şarkılar seslendirdi. İlk filmi "Adanalı Tayfur"da seslendirdiği "Göz Göz Değdi Bana" şarkısı, arka yüzünde Öztürk Serengil'in seslendirdiği "Abidik Gubidik" şarkısıyla birlikte 45'lik plak olarak yayınlandı. 

Sinemaya başlamadan önce tanışıp şarkıcılık yapabilmesi için yardım istediği ve kabiliyetine ikna ettiği Fecri Ebcioğlu, sinema yıllarında da Ajda Pekkan'la irtibatını hiç koparmadı ve 1965 yılında kendine ait ilk plağı olan "Her Yerde Kar Var / 17 Yaşında" piyasaya sürüldü. Birkaç plak denemesinden sonra 1968 yılında çıkardığı "İki Yabancı" 45'liği ile aranjman dalında onbinlerce plak satarak satış rekoru kırdı. 

"Dünya Dönüyor"
, "Saklanbaç" ve "Üç Kalp" gibi üstüste çok başarılı plaklar yaptı. Bu yükselen trendin neticesinde yurtdışından davetler aldı ve Atina'daki Uluslarası Apollonia Müzik Festivali'nde '68 yılında "Özleyiş" ve '69 yılında "Perhaps One Day" şarkıları ile üstüste iki kere dördüncü olarak müzik piyasasındaki yerini sağlamlaştırdı. 

Barcelona'daki Akdeniz Şarkıları Festivali'nde "Ve Ben Şimdi" şarkısı ile Türkiye'yi temsil etmesi ve şarkılarının pek çok filmde fon müziği olarak kullanılması, Ajda Pekkan'ı tüm ülkede tanınır hale getirdiği gibi, ilk olarak Zeki Müren'in alt kadrosunda yer aldığı gazino sahnelerinin de aranan isimlerinden biri oldu.
Her ülkenin starlarını bünyesinde barındırmaya özen gösteren Philips firması, Türkiye'den seçtiği Ajda Pekkan'ı kanatlarının altına aldı ve kayıtları Fransa'daki stüdyolarda gerçekleştirilen, Fikret Şeneş'in sözlerini yazdığı şarkılarla, Ajda Pekkan'ın diğer şarkıcılardan bir adım öne fırladığı yıllar başladı. 

Üstüste gelen hit plaklarla Ajda Pekkan'ın sesi tüm ülkede keyifle dinlendiği gibi, şık giyimi, sürekli kendini yenileyen görünümü ve değişime açık tavrıyla sadece müzikte değil moda konusunda da hayranlarını sürükleyen bir ikon haline geldi. 

"Sensiz Yıllarda"
, "Yalnızlıktan Bezdim" gibi şarkılarla fırtına gibi girdiği 70'lerin ortalarında seslendirdiği "Tanrı Misafiri", "Kimler Geldi Kimler Geçti", "Hoşgör Sen", "Sana Ne Kime Ne" gibi ileride birer Ajda Pekkan klasiği haline gelecek şarkılarıyla Türkiye sınırlarını zorlamaya başladı. Bu üstün performansının sonucunda 1976 yılında Paris'in ünlü Olympia müzikholünde, dönemin ünlü Cezayir asıllı Fransız şarkıcısı Enrico Macias'la seri konserler verdi. 

Bir dost toplantısında Hürriyet Gazetesi sahibi Erol Simavi'nin "Ajda Pekkan'a Star demek yetmez, ancak Süperstar dersek yerini bulur." sözüyle birlikte önce sanat çevrelerinde, sonra hayranlarının arasında, daha sonra da tüm ülkede "Süperstar" ünvanıyla anılır oldu. 

1977 yılında bu ünvanını ilk kez resmileştiren, o güne kadar benzeri görülmemiş bir kapak dizaynı ve prodüksiyonla piyasaya sunulan, "Kim Ne Derse Desin", "Hancı" gibi şarkıların yer aldığı albümü "Süperstar"ı hazırladı. 

Aynı yıl Tokyo'daki Yamaha Müzik Festivali'nde "A Mes Amours" şarkısıyla elde ettiği başarılı netice, -70'lerin başında yurtdışında ilk olarak bir Almanca ve daha sonra birkaç Fransızca plağı satışa sunulan- Ajda Pekkan'ın '77 ve '78 yıllarında Fransa'da ses getiren 45'lik çalışmaları yapmasına ve sonunda "Pour Lui" isimli Fransızca albümünü hazırlamasına ön ayak oldu. 

Halk konserleri, sahne çalışmaları ve konuk sanatçı olarak katıldığı uluslararası organizasyonlar ile başarısını pekiştiren Ajda Pekkan, 1979 yılında "Bambaşka Biri", "Haykıracak Nefesim" gibi şarkıların yer aldığı Süperstar serisinin ikinci albümü "Süperstar 2"de kariyerinin doruğuna çıktı. 70'li yıllarda defalarca yılın sanatçısı seçildiği gibi şarkıları da liste başlarından inmedi, çeşitli ödüller kazandı.
O seneye kadar, Türkiye'yi temsil etme görevinin, eleme usulüyle belirlendiği Eurovision şarkı yarışmasına 1980 yılında atama yoluyla Ajda Pekkan seçildi. İlk önce tespit edilen 5 bestecinin şarkılarının jüri tarafından 3'e düşürülmesiyle, "Bir Dünya Ver Bana", "Olsam" ve "Pet'r oil" ile Tv ekranlarında boy gösterdi. 

"Pet'r oil"ın Türkiye'yi temsil etmesine karar verilen gece sonunda, ülkemizde hiç olmamış birşey oldu ve henüz plağı satışa sunulmamış bir şarkı tüm halk tarafından ezbere söylenir oldu. Kulis faaliyetlerinin yetersizliği, şarkının siyasi hicivli yapısı ve yarışma gecesindeki organizasyon bozuklukları neticesinde Ajda Pekkan bu yarışmada hayal kırıklığı yaratan bir derece aldı. 

Süperstar'ı bir hayli küstüren bu yarışmadan sonra bir süre dinlenme kararı alıp A.B.D.'ye yerleşti. 70'lerin sona ermesiyle birlikte pop müziğin cazibesini yitirip, alaturka ve arabeske yönelindiği yıllarda "Sen Mutlu Ol" ve "Sevdim Seni" isminde hafif müzik ve alaturka sentezi iki albüm yaptı. 

Ancak Süperstar'ın bir türlü içine sinmeyen ve kendi isteği doğrultusunda gerçekleşmeyen, ısmarlama olarak hazırlanan bu albümler Ajda Pekkan hayranlarının beklediği renkten ve kıvamdan uzaktı. Yerli bestecilerle çalışmaktan beklediği verimi alamayan Ajda Pekkan, 70'lerde kendi önderliğinde yükselen aranjman akımına geri döndü. "Süperstar 83 Show"uyla sahnelerde fırtına gibi eserken, en başarılı çalışmalarında yanında olan Fikret Şeneş'le birlikte çalıştığı "Uykusuz Her Gece", "Son Yolcu" gibi şarkıların yer aldığı "Süperstar 83" albümüyle yeniden gönülleri fethetti. 

Reklam filmleri, Tv programları, sahne çalışmalarıyla ikinci baharını yaşayan Süperstar, '84 yılının sonlarında yapımcılarının ve yakın çevresinin ısrarıyla dönemin popüler gruplarından "Beş Yıl Önce 10 Yıl Sonra" ile bir albüm hazırladı. 

"O Benim Dünyam"
şarkısıyla yeniden çıkış yakalayan Ajda Pekkan, şarkı yorumlarındaki üstün bir performansına rağmen şarkıların özensizliği ve zorlama bir albüm olmasından dolayı, yeni ekibiyle beklediği sükseyi yapamadı. 

'87 yılında Ülkü Aker ve Fikret Şeneş'in sözlerini yazdığı "Kim Olsa Anlatır", "Yalnızlık Yolcusu" gibi şarkılarla, özel hayranları için eşsiz olarak nitelenen ancak hit şarkı eksikliği nedeniyle, fazla tutulmayan "Süperstar 4" albümünü hazırladı. 

Sonrasında yaptığı evlilik nedeniyle aldığı müziği bırakma kararı tüm müzikseverleri üzse de, müzikten ayrı geçen günlerinde yaşadığı boşluk hissi neticesinde yeniden müziğe dönüş kararı verdiği sıralarda evliliği de sona erdi.
1989 yılının son günlerinde "Ajda '90" albümünü piyasaya sürdü. Pop müziğin çıkmaza girdiği, hatta unutulduğu günlerde "Yaz Yaz Yaz" ile ortalığı kasıp kavurdu. Yarısı yerli beste, yarısı aranjman olan bu albüm, Ajda Pekkan'ın muhteşem dönüşünün bir işaretiydi adeta. 

Peşi sıra başlayan Rumelihisarı konserleriyle Süperstar, sevenlerini kaldığı yerden büyülemeye devam etti. '91, '93 ve '96 yıllarında çoğunlukla yerli bestecilerle çalıştığı albümleri, sivrilen bir kaç şarkı dışında beklenen ilgiyi görmedi. 

90'ların ortalarına kadarki 30 senelik müzikal kariyerinde hiç toplama albüm yapmayan Ajda Pekkan'ın, hayranlarını çok memnun etse de kendi rızası dışında yayınlanan "Hoşgör Sen" ve "Unutulmayanlar" albümleri piyasaya çıktı. 

Çeşitli sahne çalışmalarına devam ederken '98 yılında eski şarkılarının yeni düzenlemelerini seslendirdiği "Best Of" albümü müzik marketlerdeki yerini aldı. Yüksek satış grafiği yakalayan bu albümün devamı niteliğinde, 2000 yılında 2 CD'den oluşan "Diva" albümü piyasaya çıktı. 

Bu albümde Ajda Pekkan'ın eski şarkılarının yeni yorumlarının yanı sıra, "Mutlu Bütün Şarkılar" ve "Aşka İnanma" gibi iki yeni şarkı ve kardeşi Semiramis Pekkan'ın eski şarkılarından "Dert Ortağım" ile "Bu Ne Biçim Hayat"ın da Ajda Pekkan yorumları yer aldı. 

2003 yazına sözü ve müziği Şehrazat'a ait "Sen İste" isimli single çalışmasıyla bomba gibi giren Ajda Pekkan, yeni albümünün hazırlıklarını sürdürmektedir.
Kariyeri Türk pop müziğiyle yaşıt olan Ajda Pekkan, bugüne dek -13'ü LP, 6'sı CD formatında- 19 tane albüm, 56 tane 45'lik, 1 tane single çalışması yapmış, 1998 ve 2000 yıllarındaki yeniden yorumladığı şarkıları ve remixleri haricinde, plak ve CD'lerinde 221 tane şarkı seslendirmiştir.
Kaynak: sozmuzik.com
**************************

Nilüfer
 
Türkiye'nin en iyi bayan vokallerinden Nilüfer 1955'de, İstanbul Cihangir'de dünyaya geldi. 

Nilüfer'in ailesi de müzikle ilgiliydi. Babası çok iyi piyano çalardı. Annesinin de çok güzel bir sesi vardı. 

Nilüfer 15 yaşındayken Hafta Sonu Gazetesi'nin "Altın Ses Şarkı Yarışması"na katıldı. İşte bu yarışma ona birinciliği ve şöhreti kazandırdı. 

Bir anda yaşamı değişen Nilüfer'in profesyonel müzik yaşamı 1972 yılında "Kalbim Bir Pusula" isimli 45'liğiyle başladı.
1973 - 1978 yılları arasındaki dönemde, sürekli altın plak kazandı. Defalarca yılın kadın sanatçısı seçildi. 

80'lere girildiğinde müziğini biraz değiştiren Nilüfer, Osman İşmen'in arajmanlamasıyla, Türk müziği ve arabesk parçaların pop versiyonlarını seslendirdi.
90'larda da oldukça ilgi toplayan albümler yaptı. "Yine Yeni Yeniden" (1994), "Ne Masal Ne Rüya" (1994), "Nilüfer'le" (1997) ve "Yeniden Yetmişe" (1998) adlı albümler Nilüfer'i yayınladıkları tarihlerin en değerli müzisyenlerden biri yaptı. 

1992 yılından beri Unicef'le ilgili çalışmalar yapan Nilüfer, 1998 yılından bu yana da Unicef'in iyi niyet elçisi... 

Kaynak: sözmuzik.com

********************************
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol